Archive for Aralık, 2013


Kuran’da “sıcak” anlamına gelen “HRR” kökünün çeşitli türevleri vardır ve “BRD” yani “soğuk” kökünün zıddıdır(1). HRR kelimesinin anlamı Türkçe’deki “hararet” kelimesiyle aynıdır. Öte yandan “hürriyet” kelimesi de aynı kökten gelir, ancak Arapça’ya Aramice’den geçmiştir ve “Huri(2), Havari(3)” çağrışımlarından gelir. Hür olan insanlar beyaz elbise giydiği için bu ifade kullanılmıştır ve “Huriler” ifadesi “beyaz gözlü yahut beyazlanmış, aklanmış, temiz” anlamlarından gelir. “Hur” kelimesi EHVERU ve HAVRA kelimelerinin çoğuludur(4). Havari kelimesi Kuran’da ilgili ayetlerde İsa’nın yardımcıları olarak geçer. Kimi bilim adamlarına göre beyaz elbise giydikleri için fiziksel beyazlaşma, kimilerine göre ise hem fiziksel, hem de manevi beyazlaşma, temizlenme manasında “hwr” kökü kullanılmıştır(5). “Havari” kelimesinin kökü “geri dönüp yardım etmek” gibi düşünülebilir. Zira “havari” ayetlerinde hem bu kişiler yardımcı(ENSAR) olarak tanımlanmıştır(6), hem de “Hwr” kökünün bir anlamı geri dönmektir. Ancak muhtemelen “hürriyet, hur, havari”(Hwr) kökleri ile “HRR” kökü ilişkisizdir. Çünkü ilk grup “temizlenme, beyazlık” ile ilişkili iken, ikincisi “sıcaklık” ile ilişkilidir. Köken olarak bunların farklılığı esasen açık olsa da Arapça’daki “şedde(çiftleme)” ibareleri kökü hakkında yanılgılara sebep olabilmektedir. İlk olarak “HRR” kökünden gelmeyen “Tahrir, Muharrir” yani “özgürleştirme, özgürleşmiş” anlamlarına gelen kelimelerin “sıcak” kelimesi ile bir ilgisi yoktur(7). Yine “Hur, Havari” kökleriyle akraba olan ve muhtemelen “temiz giysi” anlamından “ipek giysi” olarak anlaşılan “Harir” kelimesinin de “HRR” kökü ile bir ilgisi yoktur(8). Bunların dışında Kuran’da gerçekten “sıcak” anlamına gelen “HRR” kökü 4 defa kullanılmaktadır(9). “Soğuk” anlamına gelen “BRD” kökü ise cümle içinde aynı anlamda 4 kere geçmekte(10) ve 1 kere “donmuş yağmur damlası, dolu” anlamında istimal edilmektedir(11). Sonuç olarak Kuran’da tam olarak “sıcak” anlamına gelen “HRR” kökünden gelen 4 kelime kullanılmış; buna mukabil, tam olarak “soğuk” anlamında kullanılan “BRD” kökünden gelen 4 kelime kullanılmıştır. Yani SICAK ve SOĞUK kelimeleri toplam metin içinde eşit sayıda geçmektedir.

Dipnotlar:

1. الراغب الأصفهاني المفردات في غريب القرآن, ١١١, حر

2. Huri kelimesi Kuran’da dört defa geçmektedir: Duhan, 54; Tur, 20; Rahman, 72; Hacc, 22.

3. Havari kelimesi Kuran’da 5 defa geçer: Ali imran, 52; Maide, 111-112; Saff, 14(2 kere).

4. Ali Rıza Demircan, Kuran ve Sünnet Işığında Cennet Hayatı, Emir Turizm Yayıncılık, syf. 223.

5. Arthur Jeffery, Foreign Vocabulary of the Qur’an, Baroda, 1938, syf. 115-116.

6. İnşikak, 14. ayette “Rabbine dönmeyeceklerini(YA-HÛRU) sandılar” ifadesi geçer.

7. Tahrir kelimesinin geçtiği ayetler: Nisa, 92; Maide, 89; Mücadele, 3 ve Muharrir kelimesi: Ali imran, 35.

8. Harir kelimesi şu ayetlerde geçer: Hacc, 23; Fatır, 33; İnsan, 12.

9. Sıcak(HRR) kelimesinin geçtiği ayetler: Tevbe, 81(2 kere), Nahl, 81; Fatır, 21.

10. Soğuk anlamında kullanılan ayetler: Enbiya, 69; Nebe, 24; Sad, 42; Vakıa, 44.

11. Nur, 44. ayet.

Evrim Teorisi üzerine yapılan deneysel çalışmalar genel olarak bakterilerde yapılır. Zira deneysel çalışmalar için canlıların küçük boyut, kısa üreme süresi, yüksek soy üretim kapasitesi, küçük genom özelliklerinin olması arzu edilir(1). Bunun için kullanılan canlılar; bakteriler, meyve sinekleri ve maya mantarları gibi model organizmalardır. Boyutları çok büyük olan canlılar hem laboratuvar koşullarında incelenmeye müsait değildir, hem çok daha karmaşık gen yapısını test etmek çok maliyet ve zaman alır, hem de üreme sayısı/sınırları vardır. Deneysel evrim(Experimental Evolution) tarihinde ilk olarak Delbrück ve Luria’nın dalgalanma(fluctuation) deneyi(2), daha sonra Joshua ve Esther Lederberg’in damgalama deneyi(3) bakterilerde gerçekleşen mutasyonların randomize olup olmadığını test etmiştir(4). Belirtmek gerekir ki, Evrim Teorisi’nin sadece dayandığı tezlerden birisinin incelenmesi(Spontan mutasyon gibi), alternatif tezler açısından Evrim Teorisi’ne bir üstünlük kazandırmaz.

Evrim Teorisi’nin deneysel olarak ispatlanması için bütün Evrim mekanizmalarının işlerliğinin laboratuvar ortamında gösterilmesi gerekmektedir. Charles Darwin, bütün canlıların tek bir ortak atadan türediği tezini doğal bir elenme mekanizmasına dayandırmıştır. Neo-darwinism denilen, bu teorinin yeni versiyonu olan teze göre ise bütün canlıların genetik dizisinde mutasyonlar olmakta ve rekabet ortamında bazı canlılar diğerlerini elemektedir. Bu şekilde tüm canlıların evrildiğini söyleyen tezin laboratuvar ortamında deneysel olarak gösterilmesi için şimdiye kadar birçok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmaların açık ara en kapsamlısı Richard Lenski’nin uzun vadeli, açık uçlu E. Coli deneyidir. Lenski evrim sürecinin doğrudan laboratuvar ortamında deneysel olarak gözlendiğini iddia etmiştir(5). Deneyi incelemeden evvel Evrim Teorisi’nin ispatlanmasının nasıl bir kanıt gerektirdiği üzerinde duralım.

Evrim’in temel prensipleri arasında Mutasyon, Doğal Seleksiyon, Genetik Sürüklenme gibi mekanizmalar vardır. Mutasyonlar genetik dizide olan ve birçok çeşidi tanımlanmış hatalardır. Bunların varlığının gösterilmesi canlıların evrildiğinin kanıtı değildir, çünkü genetik sistemlerde hatalar olabilir ve bu özel olarak Evrim’e atıfta bulunarak açıklanabilecek bir durum değildir. Doğal seleksiyon da güçlü ve uyum sağlayabilen canlıların kendi ortamında rakiplerini elemesidir ve bunun gösterilmesi de tek başına Evrim Teorisi’nin kanıtı değildir. Çünkü bu kanıtlar, doğrudan doğruya tek bir ortak atadan gelindiği bilgisine ulaştıran durumlar değildir. Bu bulgular hem Evrim Teorisi’nin öngörüleri arasındadır, hem de ortak ata tezini dışlayan olası bir alternatif model ile uyumlu olabilir. Yani bir teorinin delili olabilecek kanıt, sadece o teoriyi desteklemeli ve bununla kalmamalı; o teorinin tersi olan herhangi her alternatifi dışlamalıdır ve ondan daha tutarlı olmalıdır. Bunun için Evrim Teorisi’nin diğer mekanizmalarını içeren deneysel çalışmaların dışında(6) “türleşme” tezinin veya genetik sisteme bilgi eklenmesinin gösterilmesi gerekir.

Richard Lenski, Evrim Teorisi’ni laboratuvar koşullarında test etmek için 1988’de “uzun vadeli ve açık uçlu” bir deneye başladı(7). Escherichia Coli denilen bakteri türüyle yaptığı deneye tek bir bakteri ile başladı ve eşeysiz üreme ile 12 türdeş bakteri üretti. Bakteriler arasında herhangi bir genetik farklılık yoktu, sadece L-arabinoz denen bir şekeri kullanabilmelerine göre 6 Ara(+) ve 6 Ara(-) olarak ikiye ayrılmışlardı. Bakteriler eşeysiz ürerken tek bir hücreden iki hücre oluşturur ve günde 6-7 bölünme gerçekleşir; bu şekilde Glukoz şekerli ortamda 2000 kere bölünme sağlanacak kadar beklendi(bölünmeden sonra ortamda ata hücre kalmaz, hepsi yeni nesil olur) ve belirli aralıklarla bakterilerden örnek alınarak -80 derecede dondurularak saklandı. Bu saklanan örnekler bakterilerin belli sayıdaki nesilleri olmaktadır ve bu şekilde her 500 nesilde bir arzu edildiğinde karşılaştırma imkanı sağlanmıştır.

Dondurulan hücreler birbiriyle hücre büyüklüğü, büyüme zamanı, geçiş dönemi ve durağan faz şeklinde tanımlanan(8) kriterlerle karşılaştırılmış ve ortama Maltoz, Laktoz gibi şekerler ilave edilerek nesillerin uyumları(fitness) gözlenmiştir(9). Bu deneylerin bir kısmında yeni ortaya çıkan nesillerde atalarına göre daha iyi uyum gelişse de, bir kısmında da daha az bir uyum gözlenmiştir. Bakterilerin yeni yararlı mutasyonlar kazanmış olduğunun ispatlanması için önceki nesillerden daha iyi uyum sağlayan yeni nesillerin oluştuğunun gösterilmesi ve bu yeni özelliklerin ne olduğunun genetik düzeyde tanımlanması şarttır. Öte yandan bakterilerin 20,000 nesil sonrasında eski atalarıyla karşılaştırıldığı bir deneyde büyük(L tip) ve küçük(S tip) hücreler oluşmuştur. Bu hücreler aynı atanın üremesi ile ortaya çıkmıştır ve birisi diğerinden daha iyi uyum sağladığı zaman, azalan hücre tekrar eski dengesine ulaşmaya başlamıştır(frequency-dependent fitness); bu da net bir faydalı mutasyon olmadığını göstermektedir(10). Sadece aseksüel olarak(eşeysiz, mitoz bölünme ile) üreyen bakterilerin dışında, konjugasyonla seksüel üreyen bakterilerde Lenski’nin yaptığı deneylere göre genetik çeşitlilik(varyasyon) artmasına rağmen, kontrol grubuna göre herhangi bir “uyumsal üstünlük” saptanamamıştır(11). Yani konjugasyonla müdahale edilmiş popülasyonlar ortama uyum açısından karşılaştırıldıklarında herhangi bir fonksiyon kazandırıcı, faydalı mutasyon(atasına göre ortama uyum üstünlüğü ile paralel olarak) gözlenmemiştir.

Lenski’nin uzun vadeli deneyi 2008’de 44,000 nesil civarına varmıştır ve Lenski, 31,127. nesilde bakterilerin yeni bir özellik kazandığını rapor etmiştir(12). Bu deneyde, bakteriler Sitrat maddesini kullanmıştır, halbuki oksijenli ortamda bu bakterilerin ataları Sitratı kullanamamaktadır. Atalarından farklı olarak oksijenli ortamda sitratı ilk defa 31,127. nesilde kullanılması bakterinin mutasyonla işlev kazanması olarak yorumlanmıştır. Bu bakteriler, hücre içinde sitratı metabolize eden sistemi bulundurmakta, ancak hücre zarından sitratı geçirememektedir, ayrıca ortamda Lenski’nin tüm deneyleri boyunca sitrat yüksek konsantrasyonda mevcuttur. Ek olarak, bu bakteriler oksijensiz ortamda sitratı hücre zarından geçirebilmektedir. Tek değişen özellik, oksijenli ortamda olup, sitratı hücre zarından geçirebilme durumunun sağlanmış olmasıdır. Bunun bir fonksiyon kazandırıcı mutasyon eseri olduğunu söylemek için bu özelliğin bakteriye bir fayda katmış olması gerekmekle birlikte, aynı çalışmada sitrat kullanan(Cit[+]) bakterilerin normal bakterilere(Cit[-]) göre Glukozlu ortamda daha uyumsuz olduğu saptanmıştır. Yani sitrat genindeki(citT) mutasyon bakteriye bir fayda katmaktan öte, daha uyumsuz ve elenebilir bir hale sokmuştur. Bu da bakterinin Evrim Teorisi açısından yeni özellikler kazanabilme öngörüsüyle uyumsuzdur.

Bakterilerin genetik yapısında kodlayıcı genler olduğu gibi düzenleyici ve kodlama yapmayan genler de vardır. Bazı genler çevre koşullarına göre açılıp kapanabilmektedir. E. Coli’de üzerine çok çalışılmış olan Operon kavramı(birbiriyle ilişkili gen kümesi), 1960’ta Jacques Monod ve François Jacob’un çabalarıyla aydınlatılmıştır(13). Lac Operonu denilen ve laktoz şekeriyle ilişkili olan gen kümesini organize eden bir operatör gen, laktoz şekeri bulunan ortamda laktoz için gerekli tüm enzimleri sentezletmektedir. E. Coli’de normal durumda ortamda laktoz yokken, laktozu parçalayan[beta-galaktozidaz], hücre zarından geçiren[permeaz] ve artıklarını uzaklaştıran[transasetilaz] tüm enzimler de baskılanmıştır. Laktoz ortama konulduğunda, bu baskılayıcı maddeye bağlanır, operatör çalışır ve bütün laktoz için gerekli enzimlerin transkripsiyonu gerçekleşir(14). Yani bakteri laktoz metabolizması için gerekenleri, sadece ortamda laktoz varsa üretmektedir. Bu yapıya benzer Triptofan adlı bir aminoasit de genlerini düzenleyen bir operona(trp) sahiptir ve ortamda Triptofan varken, bu genler baskılanır; üretilmez. Ancak ortamda Triptofan yoksa baskılanmaz ve gerekli olan Triptofan üretilir. Buna benzer Histidin, Arabinoz gibi birçok operon E. Coli bakterisinde keşfedilmiştir. Sitrat metabolizması da benzer bir metabolizmaya sahiptir ve sadece oksijensiz bir ortamda, sitrat bulunduğunda hücre zarından alınır. Mesela, Laktoz operonunda bir mutasyon olduğunda, bazen hep baskılı ve hiç laktoz kullanamama durumu olabildiği gibi; bazen hiç baskısız ve gereksiz yere laktoz enzimleri üreten bir durum mevcut olabilir. Sitrat kullanımı da buna benzemekte ve bir mutasyon sonrası gereksiz yere sitrat kullanımı gerçekleşmektedir. Nitekim güncel genetik çalışmalar sitrat operonunu aydınlatmıştır. Oksijen bağımlı bir şekilde sitrat transporter proteinlerinin üretimi rnk-citT genlerine bağlıdır(15). Bu genlerde olan bir bozukluk/mutasyon canlının oksijenli ortamda sitrat kullanmasına sebep olabilir ve buna yararlı bir mutasyon demek mümkün değildir. Çünkü mutasyonla Cit(+) hem gereksiz yere sitrat kullanılmaktadır, hem de ortamdaki glikoz için mutasyonsuz Cit(-)’lere göre daha uyumsuz bir rekabet şansına sahip olunmaktadır. Yani bu mutasyon yarar değil, zarar vermektedir.

Lenski’nin 20 senelik uzun vadeli deneyleri ve bu konuda diğer bilim adamlarının yaptıkları Deneysel Evrim çalışmalarında gerek bakteri deneyleri olsun, gerekse virüs çalışmaları(16) olsun fonksiyon kazandırıcı herhangi bir mutasyon saptanamamıştır(17). Behe’nin tespit ettiği gibi(s. 428) deneysel hiçbir çalışmada fonksiyon kazandırıcı bir mutasyon(Gain-Of-Function) örneği saptanmamıştır. Bazı deneylerde çalışılan canlıların daha iyi uyum(fitness) yeteneği gözlense de hem genetik olarak bilgi artışı olmaması, hem de bazı adaptasyonların geçici olması mutasyonların hemen hepsinin zararlı olduğunu ima etmektedir. Behe, viral deneylerde mevcut olan en iyi uyumu sağlayan virüsün mutasyon öncesi yabanıl forma(Wild-type) eşit uyumda olduğunu belirterek(s. 437) bu deneylerdeki mutasyonları fonksiyon kaybettirici(Loss-Of-Function) ve fonksiyon değiştirici(Modification-Of-Function) olarak tanımlamaktadır. Güncel çalışmalar bakterilerde her bir bölünmede, tek bir baz(DNA birimi) başına 1 ila 10 milyarda bir mutasyon düştüğünü göstermektedir(18). Bu mutasyonların bir kısmı “mutT geni” gibi DNA onarım mekanizmalarında rol oynayan noktalarda olduğu zaman ortalama mutasyon sıklığı 150 kat artmaktadır(19). Bu mutasyonlar öldürücü(lethal), zararlı, nötral ve yararlı olarak sınıflanmaktaysa da mevcut veriler bunların çoğunun zararlı mutasyonlar ve kalanının nötral(etkisiz) olduklarını göstermektedir. Yapılan araştırmalarda İnsansı maymunlarda protein kodlayıcı genlerde %70 zararlı, %30 nötral mutasyonların olduğu, diğer(non-coding) genlerde %95 nötral, %5 zararlı mutasyonların bulunduğu tespit edilmiştir(20). Bu oranlar bakteriler ve Drosophila gibi sineklerde de benzerdir. Bunun yanında yararlı sınıfında değerlendirilen mutasyonlar bazı RNA türlerinde(Vesicular Stomatitis Virus) %4 oranında, E. Coli’de %0, bazı bakteriyofajlarda %0-15 oranlarında ifade edilmektedir; ancak bu “yararlı” denilen mutasyonların hiçbirisinde bir tanımlanmış yeni genetik bilgi artışı raporlanmamıştır ve “yararlı” denilen çok nadir örneklerde de genetik bilgi kaybı olduğu bilinmektedir. Yani Evrim Teorisi’nin öngördüğü üzere tek bir hücreden insana kadar gelen evrimsel süreçteki genetik bilgi artışının bilinen tek bir mikro-örneği dahi yoktur. Her ne kadar nötral mutasyonların etkisiz olduğu ima edilse de, bunlarda da bir genetik kayıp vardır; etkisi uyumsal(fitness) olarak hissedilmediği için yani ölçülemediği için “etkisiz” olduğu varsayılmaktadır.

Evrim Teorisi’nin deneysel kanıtları adı altında ileri sürülen antibiyotik direnci patojenlere(hastalık yapıcı) fenotipik(görünüşte) fayda sağlamaktadır. Bilindiği üzere Alexander Fleming ilk antibiyotik olan penisilini keşfetmişti ve daha sonra bunu saflaştırıp geliştiren Florey ve Chain ile birlikte 1945’te Nobel Tıp ödülünü kazanmışlardı(21). Her ne kadar milyonlarca insanın bakterilere karşı korunmasını sağlamış olsa da, zaman içinde bakteriler buna direnç geliştirmiştir ve günümüzde de birçok antibiyotik ilaca karşı direnç, tıbbın en önemli sorunlarından birisidir. Ancak antibiyotik direncinin Evrim Teorisi’ne uygun olarak yeni bir genetik bilgi artışı şeklinde bir temeli olup olmadığını anlamak için moleküler mekanizmalara bakmak gerekir. Tıp literatüründe antibiyotik direncine dair, ilacın bakterideki hedefinin değişmesi, hücre içine girişinin engellenmesi ve hücreden atılması gibi mekanizmalar bilinmektedir(22). Örnek olarak Makrolid, Klindamisin ve Streptogramin B gibi ilaçlarının etki yeri ribozomal RNA(23S)’dır ve bunlarda gerçekleşen mutasyonlar ilaçların bağlanmasını engellemektedir. En sık görülen mekanizmalardan birisi de, beta-laktamaz adındaki enzimin, penisilin antibiyotiğini parçalamasıdır; bazı plazmitlerde bulunan ampC geni bu enzimi kodlamaktadır ve bu enzim penisilini parçaladığı için ilaç etki etmemektedir. Ancak, bakteri hücresinde bulunan bu enzim, penisilin icat edildikten sonra oluşmamıştır. Aksine, insanlık penisilini 1940’larda kullanmaya başlamasına rağmen beta-laktamaz enzimi üreten “ampC geni” 1920’lerde izole edilmiştir(23) ve kökeninin çok daha eski zamanlara dayandığı düşünülmektedir. Bu gösterir ki, beta-laktamaz enzimi penisiline tepki olarak bir genetik bilgi artışı ile üretilmemiştir. Zaten var olan bir plazmit geni veya bir “doğuştan penisilin dirençli” bakteri(innate) geni, duyarlı bakterilere rekombinasyonla geçmiş olabilir. Nitekim bakteriler arasında konjugasyon ile gen parçaları transfer olmaktadır, bu şekilde ampC genini taşıyan bakteriler penisilinden sonra ölmemiştir, diğer duyarlı bakteriler ise penisilinin etkisiyle göreceli olarak yok olmuştur; buna bağlı şekilde dirençli bakterilerin sayısı artmıştır. Ancak dikkat edileceği üzere herhangi bir genetik bilgi artışı veya faydalı mutasyon olmamıştır.

Hücre geçirgenliğini(permeability) azaltan bazı mutasyonlarla da ilaçların bakteri zarından içeri girememesi durumunda aynı şekilde bakteri direnç kazanmaktadır(24). Görünüşte bakteriler insanların kullandığı ilaçlara karşı daha avantajlı olmakta ise de, gerçekte genetik kayba uğramaktadırlar. Deneysel çalışmalarda direnç geliştirmiş bakterilerin normal hallerine kıyasla ortama daha az uyum sağlayabildiği ve “antibiyotiksiz” durumda üstünlük bir yana daha dezavantajlı duruma geldikleri gözlenmiştir(25). Yani genetik bir bilgi kaybına uğrayan bakteri ve virüsler ilaçlara direnç geliştirmiş olsalar da, ilk hallerine göre daha kusurlu bir yapı sergilerler. Bu da bize ilaç direnci gösteren canlıların herhangi bir yeni genetik bilgi kazanmadıklarını, aksine kaybettiklerini gösterir. Halbuki Evrimsel sürecin mümkün olabilmesi ancak tek bir ortak atadan(bakterimsi) insan ve tüm hayvanlara kadar bir çeşitliliğe giden genetik bilgi yüklenmesi aşamalarına bağlıdır. Laboratuvar ortamında Evrim Teorisi’nin ispatlanması için buna benzer bir bilgi artışının kendiliğinden zaman içinde mümkün olduğunun gösterilmesi gerekir. Ancak şu ana kadar bilinen tüm deneyler istisnasız bilgi kaybını ve daha kusurlu canlı oluşumunu göstermektedir.

Şimdiye kadar yapılan deneysel çalışmaları bir kenara bırakma şansımız olsaydı ve sadece bakteriler üzerinde yapılan deneylerde bir gen veya gen grubu üretildiğini varsaysaydık, acaba ne olurdu? Eski dostumuz E. Coli, daha önceki türlerinde veya başka bir canlıda örneği bile yokken yeni bir kamçı dizisi oluştursa ve bu dizi ile oluşan kamçı rakiplerine göre daha avantajlı olsa idi bu Evrim Teorisi’ne laboratuvardan bir destek olabilir miydi? Bakteri bilindiği gibi omurgalı ve bitkilerin birçoğu gibi “Biyolojik Tür” tanımlamasının kriterlerine uymamaktadır(26). Yani Ernst Mayr’ın yaptığı “kendi içinde verimli döller veren, diğer canlılarla verimli döller veremeyen popülasyon” tanımını Tür kabul eden anlayışla tanımlanamaz. Bakteriler ve bazı bitkiler için bu tür tanımı geçerli değildir, çünkü bakteriler eşeysiz ürer veya çok az gen alışverişi olan “konjugasyon” ile üreyebilir. Ancak “biyolojik tür” kavramı evrensel bir kriter olmamasıyla birlikte birçok hayvanın yapısını ortaya koyan bilimsel bir tanımdır; pratik fayda sağlaması için kullanılması bazı durumları kavramamıza çok yardımcı olur. O halde bakterilerin “türleşme” özelliği laboratuvar ortamında gösterilse bile, bu özellik hayvanların bütünü için genellenemeyecektir. Çünkü üreme şekilleri tamamen farklıdır. Ancak sorun şudur ki, Evrim Teorisi’nin en önemli tezi canlıların türleştikleridir. Bu da bir türün başka türlere çatallanarak çeşitliliği ortaya çıkardığını ve bunu yaparken aynı zamanda “önceden olmayıp, yeni oluşan genetik bilgi” üretebildiğini ifade edecektir. Ancak bakteri deneyleri ile bunun bütüncül olarak ispatlanması mümkün değildir. Böyle olmasına rağmen Richard Lenski, bakteri deneyleri ile Evrim Teorisi’ni laboratuvarda gösterdiklerini iddia etmektedir ve kanaatimce büyük bir yanılgı içerisindedir.

Dipnotlar:

1. Sambamurty, A.V.S.S., Molecular Biology, Alpha Science, 2008, Chapter 14: Control of Gene Expression, 14.17.

2. Lenski, R. E. and Mittler, J.E., The Directed Mutation Controversy and Neo-Darwinism(1993), Science, New Series, Vol. 259, syf. 188-194.

3. Demirsoy, A., Kalıtım ve Evrim, Meteksan Matbaacılık, Ankara, 1995, syf. 96-98.

4. Lenski, R.E., Are Some Mutations Directed?, Trends in Ecology and Evolution, 1989, 4:148-150.

5. Lenski, R.E., Evolution in Action: a 500,000-Generation Salute to Charles Darwin, Microbe, Volume 6, Number 1, 2011, syf. 30-33.

6. Lenski, R.E., Evolution, Experimental, Encyclopedia of Microbiology, Volume 2, 1992, syf. 125-139.

7. Lenski, R.E., Rose, M.R., Simpson, S.C., Tadler, S.C., Long-Term Experimental Evolution in Escherichia Coli. I. Adaptation and Divergence During 2,000 Generation, American Naturalist, Volume 138, 1991, syf. 1315-1341.

8. Vasi, F., Travisano, M., Lenski, R.E., Long-Term Experimental Evolution in Escherichia Coli. II. Change in Life-History Traits During Adaptation to a Seasonal Environment, American Naturalist, Volume 144, 1994, syf. 432-456.

9. Travisano, M., Vasi, F., Lenski, R.E., Long-Term Evolution in Escherichia Coli. III. Variation Among Replicate Populations in Correlated Responses to Novel Environments, Evolution, Volume 49, 1995, syf. 189-200.

10. Rosen, D.E., Lenski, R.E., Long-Term Experimental Evolution in Escherichia Coli. VIII. Dynamics of a Balanced Polymorphism, American Naturalist, Volume 155, 2000, syf. 24-35.

11. Souza, V., Turner, P.E., Lenski, R.E., Long-Term Experimental Evolution in Escherichia Coli. V. Effects of Recombination with İmmigrant Genotypes on the Rate of Bacterial Evolution, Journal of Evolution Biology, Volume 10, 1997, syf. 743-769.

12. Blount, Z.D., Borland, C.Z., Lenski, R.E., Historical Contingency and the Evolution of a Key Innovation in an Experimental Population of Escherichia Coli, Proc. Natl. Acad. Sci. USA 2008, syf. 7899-7906.

13. Hartl, D.L., Jones, E.W., Genetics: Analysis of Genes and Genomes, Jones and Bartlett Publishers, 2000, Chapter 12: Molecular Mechanisms of Gene Regulation, syf. 500.

14. Klug, W.S., Cummings, M.R., Genetik Kavramlar, Palme Yayıncılık, Çev. Ed. Cihan Öner, Ankara, 2002, Prokaryotlarda Gen ifadesinin düzenlenmesi. syf. 413-423.

15. Blount, Z.D., Barrick, J.E., Davidson, C.J., Lenski, R.E., Genomic Analysis of a Key Innovation in an Experimental E. Coli Population, Nature, 2012, 489(7417): 513-518.

16. Lenski, R.E., Experimental Studies of Pleiotropy and Epistasis in Escherichia Coli. I. Variation in Competitive Fitness Among Mutants Resistant to Virus T4, Evolution, Volume 42, 1988, syf. 425-432.

17. Behe, M., Experimental Evolution, Loss-Of-Function Mutations, and “the First Rule of Adaptive Evolution, the Quarterly Review of Biology, Volume 85, 2010, syf. 419-445.

18. Barrick, J.E., Lenski, R.E., Genome Dynamics During Experimental Evolution, Nature Reviews, Genetics, Volume 14, 2013, syf. 827-839.

19. Wielgoss, S., Barrick, J.E., Tenaillon, O., Wiser, M.J., Dittmar, W.J., Cruveiller, S., Chane-Woon-Ming, B., Médigue, C., Lenski, R.E., Schneider, D., Mutation Rate Dynamics in a Bacterial Population Reflect Tension Between Adaptation and Genetic Load, Proc. Natl. Acad. Sci. USA, 2012, syf. 222-227.

20. Eyre-Walker, A., Keightley, P.D., The Distrubution of Fitness Effect of New Mutations, Nature, Volume 8, 2007, syf. 610-618.

21. Otfinoski, S., Alexander Fleming, Hastalığın Penisilinle Fethi, Çev. Celal Kapkın, Evrim Yayınevi, 2008, syf. 95.

22. Goldman, L., Ausiello, D., Cecil Medicine, Saunders Elsevier, 2008, Craig, W.A., Antibacterial Therapy, syf. 2151-2165.

23. Barlow, M., Hall, B.G., Origin and Evolution of the AmpC ß-Lactamases of Citrobacter freundii, Antimicrobial Agent and Chemotheraphy, Vol. 46, 2002, syf. 1190-1198.

24. Page, C., Curtis, M., Walker, M., Hoffman, B., Integrated Pharmacology, Elsevier Mosby, 2006, syf. 111.

25. Lenski, R.E., Bacterial Evolution and the Cost of Antibiotic Resistance, International Microbiology, Volume 1, 1998, syf. 265-270.

26. Freeman, S., Herron, J.C., Evrimsel Analiz, Çev. Ed. Çıplak, B., Başıbüyük, H.H., Karaytuğ, S., Gündüz, İ., Palme Yayıncılık, Ankara, 2009, syf. 607.